1 Temmuz 2012 Pazar

SELİMİYE - BOZBURUN - BÖRDÜBET - AMAZON

SELİMİYE Selimiye’ye aslında bir kitabın izinden geldik. Kitabın ismi; “Sarıldım minik teknemin halatına” yazarı Çetin Kent ise tahmin edeceğiniz üzere ailesiyle Selimiye’ye yerleşmiş ve burada 4 odalı butik bir pansiyon işletiyor. Butik diyorum çünkü pansiyonda kalan misafirlerine kaldıkları süre boyunca yelken ve denizcilik dersleri veriyor teknesi ile. Girit Pansiyon’a gidip daha önce facebook’ta arkadaş olduğumuz Çetin Kent ile sohbet ediyoruz. Ankara’da deniz kuvvetlerinde askerlik yapması ile başlayan deniz serüvenini bir de ondan dinliyoruz kahvelerimizi yudumlarken. Bize kitabından, Sadun Boro ve Meriç Köyatası ile pek çok ünlü denizcinin çat kapı pansiyonuna geldiklerinden ve Sadun Boro’nun özel tarifi ile hazırladıkları ahtapotlardan bahsediyor. Anlattıklarıyla iştahımızı kabartıyor; hem ahtapotlara hem de yelkene… Selimiye çok şirin, minik bir köy. Pansiyonlarda konaklayabilir veya günü birlik gelebilirsiniz. Cafelerde çay, kahve nispeten ucuzsa da hediyelik eşya dükkânları el yakıyor. Tatil boyunca gittiğim yerlerden kişisel koleksiyonum için magnet yani buzdolabı süsleri toplamaya başladım. Her yerde 1.5-3 TL aralığında olan magnetler burada 6 TL’ya satılıyor. Bir satıcının büyük bir samimiyetle söyledikleri aklıma gelince gülüyorum. “Bu magnetler bize boş geliyor üzerlerindeki Marmaris, Fethiye gibi yazıları biz yazıyoruz.” Eminönü’nden toptancıdan alıp kalemle kendiniz de yazabilirsiniz bu durumda. Selimiye sadece bir muhtarlık olduğu için yapılaşma biraz düzensiz, yine de görülmeye değer. Yerli ve yabancı teknelerin de tercih ettikleri güzel bir liman. Burada da hem denizin ortasındaki minik adada bir gözlem kulesi hem de arkadaki dağda ufak bir kale var. Anlaşılan o ki gözlem kulesinin saldırı uyarısını alan köy ahalisi yukarıdaki kalede tehlikenin geçmesini beklermiş. BOZBURUN Bilinen en eski adı Tinos ya da Timnos, yakın tarihte Bozburun, Drahya’nın en önde gelen yerleşim yeri ve limanı olarak “Bosprina” adıyla tanınmış. Fıskos, Rodos, Knidos ve Halikarnos ile birlikte “pençepolis”; beş şehir olarak yarı devlet biçiminde tarihte yer almış. Bozburun ismi de tahminimce Bosprina isminden gelmektedir. Ancak yöre “boz” sıfatını gerçekten hak ediyor. Çevredeki dağlar o kadar çıplak ki, Ege’nin tipik bitki örtüsü olan makilere bile rastlanmıyor. Bozburun çok düzgün bir sahil şeridine sahip. Tekneler için çok güzel bir liman sunuyor. Limanda bağlı milyon dolarlık teknelerden birinde masadakiler dikkatimi çekiyor. Yaptığım derin incelemeler sonucu bu tekneleri kullanan insanların da bizler gibi su ve cola içtiklerini tespit ediyorum. Yok bir farkımız demek ki. Bozburun’dan ayrılırken koşmakta olan Tarık Tarcan’a rastlıyoruz yolda, anlıyoruz ki o da buranın sakinlerinden. BÖRDÜBET, AMAZON Adını savaş yıllarında bu koyda saklanan İngilizler'den alıyor. Yöre sakinleri İngilizler'in kuşların çokluğu ve çeşitliliği karşısında şaşırdıklarını ve buraya Türkçede kuş yatağı anlamına gelen "Bird the bed" ya da “birds bed” adını verdiklerini söylüyorlar. İngilizlerin koyduğu bu ad zamanla değişime uğramış ve yöre Bördübet olarak anılmaya başlamış. Gerçekten de yol boyunca martı bile görmemiş olmamıza rağmen Bördübet yolunda önümüzden av kuşlarının hızla geçtiklerini gördük. Orman içinden gelen yol dar ve virajlı adeta ralli yaparcasına sahile iniliyor. Ancak sahile indiğinizde muhteşem manzarayı görüyorsunuz. Yoldaki hoşluklardan birisi otelin yol boyunca koyduğu eğlenceli tabelalardı. Üzerlerinde; otoban amblemi, dikkat radar var, 140km’den fazla hız yapmayın gibi ibareler vardı ki aslında ancak 10-15km/saat hızla gidebiliyorduk. Amazon denilen bölüm ise gerçekten muhteşem bir görüntü sunuyordu gözlere. Mavinin tonunu anlatmaya kelimelerim kifayetsiz kalır; ben diyeyim lacivert, siz deyin Turkuaz hadi ikimizin de gönlü olsun diye ikisinin arasındaki tüm mavi tonlarını serpiştirelim; işte öyle muhteşem bir deniz. Plajda öğleden sonra acayip bir rüzgâr çıktı, şemsiyemizi ters çevirdi, biz de kaçtık. Çevrede sadece 2 otel var, ev, market, çadır ve sair hiçbir şey yok bunlardan başka. Huzuru ve sessizliği arıyorsanız doğru yerlerdesiniz ama amacınız amiyane tabirle “piyasa yapmak” ya da o bar senin bu bar benim gezmekse buralarda boşuna zaman kaybetmeyin. Amazon’dan sol tarafa doğru devam edince yandaki koyda inanılmaz büyüklükte kelebeklerle karşılaştık, hayatımda hiç bu kadar büyüklerini görmemiştim. Yolda giderken eğlence olsun diye yolun kenarında otlayan bir eşeğe yol sorduk. “Bilmem” anlamında omuz silken eşek, bizim makara yapmaya devam etmemiz üzerine bulunduğu tümsekten aşağıya arabanın önüne indi ve yolumuzu kesti. Adeta bizimle dalga geçti, “buradan ileriye gitmeyin, bir şeycik yok” demek istedi belki de ama korna ile kenara geçmesini sağladık sonunda. Gerçi eşeklik ettik, gitmeyin orda bir şey yok demesine rağmen onu dinlemedik ama dönüşte bunu yüzümüze vurmadı Allah’tan, sessizce yanından sıvıştık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder